June 23, 2007

üzerimizi örtün

sabaha karşı kapı çaldığında ben uyuyordum, tayfun da odasındaydı. kapıyı ben açtım. teska gelmiş. ah dedi birlikte biraz otursak ne güzel olurdu. onu arka bahçeye aldım. tayfun birazdan aşağı iner dedim. indi de. yanında battaniyesini de getirmiş. yere serdik. üzerine oturduk. çay da vardı onu içtik. yeni açılan yolu gördünüz mü dedi bize. ben görmüştüm tayfunun haberi yoktu. o yolun çalışmalarına ben de katıldım dedi. hiç bir şeyin onu bu kadar sevindirdiği olmamış. belli olmuyor işte, diyor ağzına giren saçlarını çıkarıyorken, bir bakıyorsunuz ki taşların arasındasınız bazen de dizlerinize kadar suyun içinde.

tayfun kalkıp içeri geçiyor. ben de birazdan peşinden gidiyorum sırf öyle istiyorum diye. merdivenleri bir çırpıda çıkıyor. üst katın sofasındaki pencerenin önünde durup arka bahçeyi seyrediyor. teskayı saçlarını biraraya getirmeye çalışırken görüyoruz. bir şey mi oldu diyorum. tayfun bana bakmıyor. odasının kapısına doğru yürürken "durup dururken her şeyin bitivereceğini hatırladım" diye sesleniyor koridorun sonundan "ne yapayım" diyor "bir an yerimde duramadım". yüzü gülüyor.

June 13, 2007

- - - - -- --- -- -- -- ----


büyük odanın çıplak duvarlarından birine "kaç gündür uyuyamıyorum?" yazmış tayfun. bahçeden gelen sesleri takip ettim ben de ve tayfunu bahçedeki sandalyenin üzerine "güneş parlı..." yazarken buldum bir yandan sözlerini anlayamadığım bir şarkı söylüyordu tüm gücüyle. üzerimdeki elbiseyi gösterdim. şarkısına hiç ara vermeden gülümsedi. tayfun böyle işte: üzerinize tam olan bir elbise diker size ve yine de şarkısına ara vermez. sandalyenin üzerindeki işini tamamlayıp içeri girdi. merdivenleri çıktığını duydum. şarkısı üst kattan hala duyuluyordu.

koşa koşa uyudum.

June 2, 2007

saçların yanar


ayak parmaklarımın arasındaki kurumuş kumları temizlerken neden bir madende çalışmaktan son anda vazgeçtiğim geldi aklıma. değişik bir şeyler hissedeceğim kesindi madende, ama ömrümü görsellikle geçiriyordum ben. bunu sen söylemiştin. zamanımı geçirirken bazen zevk aldığım oluyorsa eğer, o da sırf göğü, suyu ve diğerlerini görebilmemden kaynaklanıyormuş. güneş batarken, odanın duvarına ve birazcık da yüzüme düşen kırmızı ışık olmasa hastalanırmışım.
ben madene gitmek üzereydim ve senin yüzünü neredeyse göremiyordum çünkü kendimi alıştırmam gerekiyordu madene ve lambalar sönüktü. uzun bir süredir güneş battıktan sonra lambaları yakmıyorduk. karşımda oturmuştun ayaklarını altına aldın ve ilk kez maden işçiliğinin bana göre olmadığını söyledin. renksizlik beni bitirirmiş. bunları söylerken parmaklarının arasında kalmış çorap pamuklarını çıkarmaya başlamıştın bir yandan.
konuşman sona erince yavaşça koltuğumdan kalkıp odadaki iki lambayı da yaktım. nasıl olsa birazdan merdivenleri çıkardın ve saçların peşinden gelirdi.
henüz dönmek için çok erken.
bir poşet dolusu balık.