March 31, 2007

gömü


"bu bir tuzak olabilir mi? bilmiyorum ama bir an önce buradan çıkmalıyız." kaptan yüksek sesle gazetenin devamı yarınlı çizgi roman bölümünü okuyorken ben bahçeye yeni bir çukur açmakla meşgulüm. periyodik aralıklarla bahçeyi kısım kısım kazarak tayfunun yıllar önce kendi deyimiyle buraya bir yere gömdüğü fotoğraf albümümüzü bulmaya çalışıyorum. albümü bulmak için yanıp tutuştuğum falan yok, sadece içinde kaptan ın gelmiş geçmiş en güzel fotoğrafını barındıran albümün kaybolmasıyla birlikte kendisinin tayfuna karşı başlattığı asık surat eyleminin artık bir son bulmasını istiyorum. kaptan bir daha öyle bir fotoğrafının çekilemeyeceğini söylüyor. o ışığın, o anın tekrarlanması imkansızmış; ayakkabılarının rengi, saçının alnında bıraktığı gölgesi kusursuz gibi bir şeymiş. tayfununsa daha geçerli bir sebebi varmış albümü gömmek için, kaptandan gizli gizli okuduğu mistik sanatlarla ilgili bir kitapta, çok sevdiğiniz birinin çok sevdiği bir eşyasını toprağa gömmenin o kişinin ruhunun mertebesini en üst seviyeye yükseltmek için yeterli olduğu yazılıymış. ben tayfunun olağanüstü seviyedeki yorum becerisiyle kitapta yazılanları kendince yorumladığına inanıyorum.
albümü bulmak pek umrumda olmadığı gibi kaptan la tayfun arasında olanlar da beni hiç ilgilendirmiyor. tek ilgilendiğim, bahçenin kendisi, çukurların kapatıldıktan sonraki halleri ve kaptanın okuduğu çizgi romanın bir tuzakla son bulup bulmayacağı.
ben bunları düşünürken, gazetesini apar topar katlayan kaptan, ayakkabılarını bir yana fırlattı ve öyle bir fotoğrafın çekilmesinin ne kadar güç olduğuna içten içe inanmadığımızı suratlarımıza haykırdı. artık eskisi gibi gür değildi saçları.

March 24, 2007

koşma çocuk





fıskiyelerin ortasında dolandım durdum tüm gün. bir kaç çocuk geldi onlarla konuştum. birisinin bağcıklarını bağladım. çocuğun, bağcıklarını bağlayacağım ayağını bana doğru uzatıp bir elini omuzuma koyması beni nerdeyse ağlatacaktı.
toplam 17 tane fıskiye var. bazıları sarı bazıları mavi renkte. ben sarılarını sevdim, bağcıkları çözülen çocuk maviyi sevmiş en çok. henüz renklerin isimlerini bilmiyor parmağıyla gösterdi. zaten ben sormasam fıskiyelerin farkına varacağı falan yoktu. daha fıskiye nedir bilmiyor. parmağımla gösterdim.
fıskiyelerin 17sinin birden çalışmıyor olması, hiç eve dönmek istemiyor olmam, üzerinde düşünülmeye değmeyecek şeyler. bağcık bağlayabiliyor olmanın verdiği pişmanlık duygusu mesela düşünülmeye değer bir konu. ama şu anda hiç bir şey düşünebilecek halde değilim, kafam hala fıskiyelerde. şimdi bakıyorum da, çocuk haklı olabilir. evet muhtemelen haklı, sarı olanlar mavilerin yanında solda sıfır..

March 23, 2007

yolculuk


bazen tayfunla yürüyüşe çıkıyoruz. dün de çıktık, yanındakiyle aynı anda adım atmak kadar sevimli bulduğu başka bir şey olmadığını söylüyor bana. hele bir de ayakkabılarınız gıcırdıyorsa -benimki gıcırdıyor- sonsuza kadar sizinle yürüyebilirmiş. tayfun epey bana benziyor.
kimileri abarttığını düşünecektir. düşünsünler.
kafasında rengi güneşten solmuş bir şapka var, rüzgar uçurmasın diye, şapkasını bir iple kafasına bağlamış. akşam sinemaya gidelim mi diyor. hazır, kaptan evde çorba yapmayı öğrenmekle ve mızmızlanmakla meşgulken diyor. aslında ikimiz de sinemayı sevmeyiz tüm o mavi ışık içimizi bunaltır.
sinema gerçekten de içimizi bunalttı, çıktık biz de. sokakta gösteriler yapıp eğlenen bir gruba katıldı tayfun. eve yalnız döndüm. çorba pişmek üzereymiş. bahçede oturup çorbalarımızı içerken kaptan kendini pek iyi hissetmediğini bir yolculuk planladığını söyledi bana. bunu yeni boyanmış botlarını gördüğümde anlamıştım. şaşırmış gibi yapamadım. ağzımdan ses çıkarabileceğimi sanmıyordum, konuşmayı denemedim. nasıl olsa onun anlayamayacağı şeylerdi söyleyeceklerim.
ben de kendimi iyi hissetmiyordum ama çorba güzeldi, bahçe vardı ve tayfun bana benziyordu.

March 21, 2007

alt tarafı oyun


yılda 3-4 kez tayfun kaptan ve ben kendi aramızda bir oyun başlatırız. öyle "bir metafor olarak oyun" u falan kastetmiyorum. kendi basit anlamıyla, bildiğimiz oyundan bahsediyorum.
işe bilgiden ne kadar hoşlanmadığımızı birbirimize anlatmakla başlıyoruz. herkes sırayla söz alıp, deve tabanının yetiştirilme tekniklerini bildiği, kamera denen şeyin varlığından haberdar olduğu için ne kadar üzülse az olduğunu anlatıyor diğerlerimize. hiçbirimiz anlatıcının yaşadığı duygusal anların gerçekliğine inanmadığımız için, hepimiz yüzümüzde komik ifadelerle onu süzüyoruz. bıraksanız kahkahalarla güleceğiz. kim kendini tutamayıp gülerse, -genelde bu ben oluyorum- diğerlerinin kararlaştıdığı bir cezaya tabi tutuluyor. mesela, küçük bir yolculuğa mahkum edilebiliyorsunuz. gidip göl kenarında yaşayan köpekleri ziyaret etmek, bu küçük yaramazlara yıllık aşılarını yapmak, kollarınızda bir kaç diş iziyle evin yolunu tutmak, yolculuk dahilinde.

neyseki evde bir teselli armağanı sizi bekliyor oluyor. sözgelimi bir tişört gibi, üzerinde "bilime inanmamı beklemeyin" yazan.

March 20, 2007

esquise


tayfun defterine yeşil renkli kadınlar çiziyor. hani şu masalsı savaşçı kadınlardan. savaşa gidiyorlar ama göbekleri falan açık, bacakları güzel. ışıltılı kılıçları var. o kadınlardan işte. buralarda yok öyleleri. şimdi böyle kadınlar çizen birinden markette gördüğü sarışından hoşlanmasını beklemek acımasızlık olur. tayfun yine de umudunu kaybetmemiş olacak ki geçen hafta, pazarda yanımızdan geçen eli bıçaklı bir kadının ardından bakakaldı. kılıcını çok beğenmiş.

March 19, 2007

kekim ne renk

kaptanı elinde bir kitapla gördüğümde fena halde şaşırdım, uzun bir zaman önce, okunması gereken tüm kitapları okumayı tamamladığını sanıyordum. gereksiz kitapları okumak aptalların işiydi hepimiz buna inanıyorduk yine de hepimiz zaman zaman aptallaşabilme konforuna sahip olmak istiyorduk. kaptansa buna şiddetle karşı çıkıyordu yok yere kötü yazılmış bir kitap okuduğunuzu görse yüzünüze günlerce bakmazdı. kendinizi affettirmek için yapabileceğiniz tek şey kaptanın görebileceği bir zamanda kitabı bahçedeki şeftali ağacının altına gömmekti.
gerçekten de şaşırmıştım. bisikletini boyamak için bahçeye çıktığı bir sırada -rengi sarıdan griye dönmüştü artık-kitabı karıştırmaya başladım. üstünde "Tüm Sorularılarınızın Cevabı Bu Kitapta" yazılıydı. ne kadar da ilgi çekici bir isim. kitabı test etmek için yüksek sesle "kekim ne zaman hazır olacak?" sorusunu sordum, kaç dakikası kaldığını biliyordum, özellikle cevabını bildiğim bir soruyu sormanın bana yararı dokunacağını düşündüm. uzun bir arayıştan sonra 152. sayfadaki 783. cevabın "15 dakika önce" olduğunu gördüm. o sırada, tayfunun hızla bahçeye çıktığını gördüm elinde siyah bir kek tutuyordu. ne yapsam bilemedim. etkileyiciydi evet ama bu kadarı hepimiz için fazlaydı. kaptana görünmeden arka kapıdan bahçeye çıktım artık limon vermez olmuş bir limon ağacının altına gömüverdim kitabı. ne kadar mutlu oldum kimseye anlatamam.

March 17, 2007

ölesiye mutlu

kaptan biraz kaba saba bir adam. bu bir yandan iyi sanki. bir yandan iyiyse de öbür yandan kötüdür. küçük olayları sevmiyor o. hafif yokuş aşağı olan bir yolda yürümek, hele yolun sonu denize varıyorsa, beni mutluluktan öldürebilir mesela. bendeki gereksiz coşkular yoktur onda. ve bunu hiç anlayışla karşılayamıyorum. geçen gün ona, bir keresinde böyle bir yoldan inerken içimden ne kadar çok fas'a gitmek geldiğini bilemeyeceğini söyledim. şöyle bir kafasını çevirip baktı. söylemese de saçmaladığımı düşündüğünü hemen anlayabiliyordunuz.
bendeki sorun da bu işte neyim varsa herşeyi anlatıyorum kaptana. anlatmadığım günlerde de o anlayıveriyor. dün akşam içimden süt içmek geldi mesela, hiç kalkacak gibi de değildim tayfuna seslensem beni duyup duymayacağı belli değildi, kaptan zaten emrivakiden nefret ederdi. söylemiyordu ama hemen anlayabiliyordunuz nasıl nefret ettiğini. ben de boşverdim sütü mütü. birazdan süt getirdi bana. böyle de biridir kaptan. ne yapsanız hoştur.

March 16, 2007

smooth


zaman zaman kaptan beni üzdüğünde aklıma hep o gün trende yanımızda oturan sarı saçlı kadın gelir. sarı saçlı olmasından kastım; ayağından gözüne kadar hiç bir yerinde bir pürüz olmaması ve sarı renkli saçlarının olmasıdır. kadın aheste aheste çantasından bir krem tüpü çıkartmıştı, tüpün içinden fışkırttığı kremi bir avucunun içinde toplamış, diğer eliyle çantasını kapatıp, kremi iki eline eşit oranlarda ve bütünüyle yedirmenin zevkini çıkartmıştı uzun süre. kaptanın gözlerini kadının ellerinden alamadığını hatırlıyorum.
tayfun trendeki yolculukla ilgili tek hatırında kalanın kadının olağanüstü güzellikteki elleri olduğunu söylüyor. tayfun'a hayatında hiç trene binmediğini hatırlatmak istemiyorum.
arada bir, ellerine krem sürmeyi bile büyük bir ciddiyetle gerçekleştirebilen biri olmak isterim. ama sonra hemen geçer. 'allahaşkına alt tarafı bir krem işte' derim.

March 15, 2007

mühim değil

dans gösterisi için sadece bir iki günümüz kalmışken benim ne giyeceğim hala belli değil. daha da kötüsü kaptan dans etmeyi bir türlü beceremiyor. hem de öyle böyle değil bayağı beceremiyor . bir yarışma bile değil bu, pek de önemli değil denilebilir. ama kaptan iyi dans eden kahverengi bir ayı olmak konusunda ısrarlı. bunu anlayabiliyorum. onu motive etmeye çalışıyorum ama ben de pek öyle ahım şahım bir dansçı sayılmam. kimse davetli değil ki, hiç bir ehemmiyeti yok denilebilir. ama biz bu gösteriyi nedendir bilinmez pek önemsiyoruz. dün gece uyuyamadık mesela. rüyamda step dansı yapan birini gördüm. öyle hızlıydı ki hareketleri, ayaklarını göremiyordunuz. kaptana gelince o hiç de rüya görebilecek bir tip değildir. o daha çok anasından doğma bir dansçıdır.

March 14, 2007

bavulumuz yok bizim


bugün ikimiz de bavullarımızı toplamadan önce çamaşır makinesinin önünde bir süre bekledik. en çok onu özleyecektik. banyodan çıkarken gözümüz duş başlığına takıldı. birdenbire anlayıverdik. bavulları toplayıp gitmek hiç de öyle sandığınız gibi bize uygun bir iş değildi. herzamanki rutinimize geri döndük biz de. ben bahçeye çıkıyorum dedim. çıktım da. onun merak ettiği bir şey vardı, pencereden seslendi: limonatamın içine nane istermiydim acaba?

March 13, 2007


ikimiz


neden hiç değişmiyorsun dedim bugün kaptana, bana baksana ben hergün başka biriyim yanımda canı sıkılmaz insanın dedim. bana tayfun dışında yanımda bir tek kendisinin olduğunu hatırlattı. sırf bu yüzden üzerine gitmemeliymişim. hele akşamüzeri söylediklerime fazlasıyla bozulmuşmuş. sustum ben de. ona tayfun dışında yanındaki tek insanın ben olduğumu hatırlatmadım bilerek.

at


cup cup

kumar oynamadığım için çok şanslı olduklarını bilenler ve etrafımdakileri affetmemle kafamdan dumanlar çıkmasının bir olduğu zamanlar kadar güzel zamanların birindeyken elime geçen ilk parayla derenin kenarına gittim. uzun uzun nehre baktım. bu nehir kaç metre uzunluğunda biliyor muydu kaptan? kaptanın bilmediği şey yoktu ve ilk başta söylediğim gibi bu bir nehir değil aksine dereydi. anlamadığım bir kaç şey söyleyip uzaklaştı gitti kaptan. elime geçen ilk para elimdeydi. eğer bir film falan olsaydı bu anlattıklarım muhtemelen kaat paraları yavaş yavaş rüzgarla birlikte dereye savururdum. bunun yerine yanımdan geçen ilk delikanlıya dereye girip bir cup cup yapması ve aynı anda kendi kendine şarkı söylemesi karşılığında elimdeki parayı ona vereceğimi söyledim. elime geçen ilk paraydı bu. çocuk eline geçen ilk para kazanma fırsatını değerlendirecek kadar cevvaldi. suya girdi ve cup cup sesleri eşliğinde "ben bu yoldan inerken.." diye başlayan bir şarkı söyledi. çıkınca parayı ona verdim.
neyse ki kumar falan oynamadım.

March 12, 2007

havuzdaydık




tüm gün kaptan ve tayfun'la birlikte havuzdaydım. tayfun kapalı yerde yüzmekten hiç hoşlanmazmış biraz mızmızlandı. ama gidecek yeri yoktu bizimle kaldı. fazla yüzmedi zaten.

kendine bir uğraş edindi. kafeteryaya bakan çocukla arkadaş oldu. bizden çok onunla birlikteydi. tayfun geniş ilgi alanı yelpazesiyle onu kuşattı tahminimce. ama gün iyi geçti. en azından kaptan ve benim için.
kollarımızla yeni hareketler geliştirmeye çalıştık. yüzmek için değil elbette, dans için. geliştiremedik.

kaptan dans gösterisinde kahverengi bir ayı olmak istediğini söylüyor. kostümünün ne olacağını sormaya çekiniyorum o da benimkini sorar diye.
sonra öğrendim ki sarı bir yelek giyecekmiş, içine de bir tişört. kahverengi bir ayı olmakla kostüm seçiminin birbirinden tümüyle ayrı meseleler olduğunu eklemeden edemiyor.

March 11, 2007

Küçük Jack:
- Anne! Anne diye bağırdı. Bu balinayı görmek, onun nasıl bir hayvan olduğunu anlamak isterdim!
Kaptan Hull:
- Bu balinayı görmek mi istiyorsun yavrum? dedi. Neden yakalamayalım dostlarım? Yanımızda yardımcı balıkçılar yok! Bu çok doğru! Fakat biz bu işi yalnız başımıza pekala yapabiliriz.
Tayfalar hep bir ağızdan bağırdılar:
- Evet!... Evet!...
Kaptan Hull ekledi:
- İlk defa zıpkın atacak değilim ve zıpkın atmasını bilip bilmediğimi ve bu işi unutup unutmadığımı göreceksiniz!
Bütün tayfalar:
-Hurra!... Hurra! diye bağırarak cevap verdiler.

March 10, 2007