August 5, 2007

hiçbir şeyin kalmaz.


elim hırkamın cebinde, yürüyoruz. harika adımlarımız var. tayfunun saçları taranmamış. hırkamın cebinde bir şey var diyorum. emin misin diyor. evet diyorum hemen şurda, elime geliyor. yürüyoruz.
gördüğümüz ilk ağaca sırtımızı dayıyoruz. yerdeyiz. güvertedeyken gözümü güneş almıştı belki de bu yüzdendir diyor. ikimiz de cebimden çıkardığım şeye bakıyoruz. sırtım ağrıyor belki de bundan, istersen sende kalsın diyorum. onun hırkasında cep yok. ikimiz de hırkasına bakıyoruz. hırkalarımızı değiştiriyoruz. bari diyorum biraz uzanalım. elleri karnının üzerinde, sağ cebinde bir tümsek. bekliyorum biraz geçsin.
uyanır uyanmaz ayağa kalkıyor, geç bile kaldım diyor. sırtındaki çöpleri topluyorum bir iki hamleyle. hadi diyorum. önümüzdeki hafif meyilli yol üzerinde aşağı doğru yürümeye başlıyor, ellerini ceplerine sokuyor. ne de olsa diyor, kafasını bana çeviriyor, değişen bir şey yok.

ağacın altında biraz daha uzanıyorum, beklediğim yok artık. hırkanın kolunu burnuma götürüyorum, hiçbir koku duymuyorum.

July 14, 2007

az kaldık


tayfunun ellerinin resmini yaptım. bir kalem ve sulu boyayla. zor olmadı. şeftali ağacına yapıştırdım sonra resmi. kolay oldu. bu eller benimkilere benziyor dedi dışarı çıkıyorken. şapkasını bahçe duvarının üzerine bıraktı.
neredeyse bitiyor dedi ben duyamadım. içeriden cepli hırkamı getirip ona yetiştim. esiyor dedim. yürüdük.
tayfun bana baktı. ben ayaklarıma bakarken. neyse ki bitiyor dedi.
çok şükür dedim. adımlarımı sevdim.

July 10, 2007

kulp


pencereye arkamı dönüyorum. perde camın arkasında. tayfun bardağı elime tutuşturuyor. yüzüstü bahçeye uzanıyor.kafası bana dönük, gözleri açık. bazen inanamıyorum diyor. ben de diyorum. ama sonra geçiyor diyorum. kafasını öbür yana çeviriyor.

mutfaktan çıkmadan önce bir bardak kırdım diyor, en büyüklerinden bir tane. yerinden doğrulmaya çalışarak, inanamadım bir an diyor. üzerinde kuş olanı mı diyorum. tayfun yanımda şimdi, oturuyor. o sarı şey kuş muydu diyor. hayır diyorum bir ayıydı.
kafamı öne eğiyorum. inanamıyorum.

July 2, 2007

ne olur


duruyorsun. parmakların sandalyenin kenarında. hiç bir şey beklediğin yok. olup olacağı bu diyorsun açık açık. sandalye diyorsun.
genelde şarkı mırıldanıyorsun. özellikle şu şapkalı adamın şarkılarını söylemeye bayılıyorsun. onun müziği diyorsun, derenin akışını izlerken yavaş yavaş ağlamaya benziyor. dediğin şeyi aptalca bulup küçük bir kahkaha atıyorsun.
bir şeftali seni kendine getirmeye yetiyor. kalan tek şeftaliyi hemen şimdi yemek yerine akşam için saklıyorsun onu ve gününe anlam katıyorsun. akşam bir anda oluveriyor böylece.
kendini tutamadığın oluyor. konuşmanın ortasında kalkıp merdivenleri çıkabiliyorsun. suyu bardağa doldurayım derken tüm odaya saçabiliyorsun. oturduğun yerde ceketinin iç cebinden çıkardığın deftere bir ağaç çizip içini istediğin renge boyayabiliyorsun.
hiç bir renk senin istediğin gibi olmuyor ve ben sana imreniyorum.
bir öğle vakti tezgahta tatlı tatlı duran şeftaliden büyük bir ısırık alıyorum.
suları yere akıyor.

June 23, 2007

üzerimizi örtün

sabaha karşı kapı çaldığında ben uyuyordum, tayfun da odasındaydı. kapıyı ben açtım. teska gelmiş. ah dedi birlikte biraz otursak ne güzel olurdu. onu arka bahçeye aldım. tayfun birazdan aşağı iner dedim. indi de. yanında battaniyesini de getirmiş. yere serdik. üzerine oturduk. çay da vardı onu içtik. yeni açılan yolu gördünüz mü dedi bize. ben görmüştüm tayfunun haberi yoktu. o yolun çalışmalarına ben de katıldım dedi. hiç bir şeyin onu bu kadar sevindirdiği olmamış. belli olmuyor işte, diyor ağzına giren saçlarını çıkarıyorken, bir bakıyorsunuz ki taşların arasındasınız bazen de dizlerinize kadar suyun içinde.

tayfun kalkıp içeri geçiyor. ben de birazdan peşinden gidiyorum sırf öyle istiyorum diye. merdivenleri bir çırpıda çıkıyor. üst katın sofasındaki pencerenin önünde durup arka bahçeyi seyrediyor. teskayı saçlarını biraraya getirmeye çalışırken görüyoruz. bir şey mi oldu diyorum. tayfun bana bakmıyor. odasının kapısına doğru yürürken "durup dururken her şeyin bitivereceğini hatırladım" diye sesleniyor koridorun sonundan "ne yapayım" diyor "bir an yerimde duramadım". yüzü gülüyor.

June 13, 2007

- - - - -- --- -- -- -- ----


büyük odanın çıplak duvarlarından birine "kaç gündür uyuyamıyorum?" yazmış tayfun. bahçeden gelen sesleri takip ettim ben de ve tayfunu bahçedeki sandalyenin üzerine "güneş parlı..." yazarken buldum bir yandan sözlerini anlayamadığım bir şarkı söylüyordu tüm gücüyle. üzerimdeki elbiseyi gösterdim. şarkısına hiç ara vermeden gülümsedi. tayfun böyle işte: üzerinize tam olan bir elbise diker size ve yine de şarkısına ara vermez. sandalyenin üzerindeki işini tamamlayıp içeri girdi. merdivenleri çıktığını duydum. şarkısı üst kattan hala duyuluyordu.

koşa koşa uyudum.

June 2, 2007

saçların yanar


ayak parmaklarımın arasındaki kurumuş kumları temizlerken neden bir madende çalışmaktan son anda vazgeçtiğim geldi aklıma. değişik bir şeyler hissedeceğim kesindi madende, ama ömrümü görsellikle geçiriyordum ben. bunu sen söylemiştin. zamanımı geçirirken bazen zevk aldığım oluyorsa eğer, o da sırf göğü, suyu ve diğerlerini görebilmemden kaynaklanıyormuş. güneş batarken, odanın duvarına ve birazcık da yüzüme düşen kırmızı ışık olmasa hastalanırmışım.
ben madene gitmek üzereydim ve senin yüzünü neredeyse göremiyordum çünkü kendimi alıştırmam gerekiyordu madene ve lambalar sönüktü. uzun bir süredir güneş battıktan sonra lambaları yakmıyorduk. karşımda oturmuştun ayaklarını altına aldın ve ilk kez maden işçiliğinin bana göre olmadığını söyledin. renksizlik beni bitirirmiş. bunları söylerken parmaklarının arasında kalmış çorap pamuklarını çıkarmaya başlamıştın bir yandan.
konuşman sona erince yavaşça koltuğumdan kalkıp odadaki iki lambayı da yaktım. nasıl olsa birazdan merdivenleri çıkardın ve saçların peşinden gelirdi.
henüz dönmek için çok erken.
bir poşet dolusu balık.

May 23, 2007

eline ne oldu

dur


sabaha karşı dışarı çıktığımda tayfunu bahçede ıslık çalarken buldum. evin duvarına sırtını yaslamıştı. beni görünce ıslık çalmayı bir süre kesti. ne zaman biter dedi. fazla sürmeyecek dedim zaten birazdan ortalık ısınır. hırkamın altında kalan saçlarımı dışarı çıkarıp bahçeden çıktım. her an bitebilirdi artık. birazdan ıslık çalmayı da kesecekti tayfun. elimdeki poşete gelince, içinde henüz bir şey yoktu ve artık bitmek üzereydi. arkamdan koşarak tayfunun gelmesini beklemiyordum ama gelse ne iyi olurdu. gelmesine de gerek yoktu seslense bile yeterdi onu duyabilirdim ne de olsa daha sabah olmamıştı. ayaklarım daha ıslaktı. hepimiz dursak diye geçirdi tayfun içinden ve ıslık çalmayı bıraktı. ben elimdeki poşedi bıraktım rüzgar bahçeye doğru uçurdu onu .tayfun ayaklarının ucundaki poşeti aldı ve arkamdan koştu elimden tutup beni eve geri götürdü. üzerimi örtmeden önce poşeti başıma sardı. kahvaltı hazır olunca bana sesleneceğini söyledi. henüz her şey için çok erkendi.

May 12, 2007

yaşa



son bir kaç gün içinde yüzümün olağanüstü bir şekilde değiştiğini gözlemledim. derimin rengi bir ton açıldı ve kollarım uzadı. bunun bir tür yeniliğin habercisi olduğunu söylemek için çok mu erken? saçlarım da dökülürse beni gerçekten bir şeylerin beklediğine inanmaya başlayacağım. bugün yanıma tatlı mı tatlı bir adam oturdu ben evde yokken. geldi ve denizin ilgi alanıma girdiğini şıp diye anladı. yanıma oturmasıyla denize olan ilgimi yüzüme vurması bir oldu. şöyle dedi: birini mi arıyorsunuz siz yoksa kollarınız mı uzun? rengim soluk dedim hepsi bu belki başka bir gün. adamın yanından kalkıp pastaneye doğru tempolu bir şekilde yürümeye başladım. pastanecinin uzun zaman önce bir sevdiğini kaybetmiş olabileceği geldi aklıma.

May 10, 2007

üzerimizdeki bu ışık ışık ışık ışık

aynadan gelişini gördüm


evde yalnız kaldığımda ilk işim elimizdeki en büyük bardaklardan birine su doldurmak ve bardaktaki su elverdiğince hoplayıp zıplayarak bodruma inmek olur. bodrumun serin rutubetli havasını içime çeker soğuk zeminine boylu boyunca uzanırım. birkaç dakikada bir, sanki hastaymışım da zorluk çekiyormuşum gibi dirseklerimden destek alarak yavaş yavaş doğrulur ve suyumdan nimetlenirim. suyum bittiğinde ayağa kalkıp bodrum duvarlarını süsleyen resimlerden birine bakakalırım. resimlerin çoğu bir şey anlatmaz. birinde ellerini yıkayan bir çocuk vardır, diğerinde ayağı sargılı bir keçi. derin düşüncelere daldığımı söyleyemem hayatta yapmayacağım şeylerden biridir bir resme bakıp derin düşüncelere dalmak. bende bazı değişikliklere sebep olabilir ama sadece o kadar. oturup da keçisinin ayağındaki derin yarayı diktikten sonra büyük bir huzur duygusuyla ellerini yıkayan bir çocuk hayal etmem. Bu delilik olur. belki arka plandaki geniş yeşil platolarda olmayı isteyebilirim. fazla ileri gidemem.


seyirim bittikten sonra merdivenleri çıkmak ve aradığım şeyi hiçbir yerde bulamayacağımı anlamak.

May 4, 2007

pistol



şu ağaçları görüyor musunuz? onları düz geçin ve karşınıza çıkan ilk esintiyi takip ederek yaprakları peşinize takın. karşınıza bir ev çıktı. bahçesini çiğneyip, verandasına geldiğinizde arkanıza dönerek katettiğiniz yolu gözlerinizle görün. evin kapısı olmadığının çoktandır farkındasınız, belki arka tarafta olduğunu umuyorsunuz ama boşuna. evin kapısı yok. tekrar geldiğiniz yöne bakmaya ne dersiniz? ne hoş bir manzara. kapısı yok ama bir merdiveni var bu evin sizin basamaklarını çıkamayacağınız. merdivenlerin karşısında da bir kapısı. kapı bir odaya açılıyor ve siz bunu bilemezsiniz. kapı açıldığında karşınıza çıkan oda pek şaşırtmayacaktı belki de sizi bunu bilemeyiz. bildiğimiz şey odanın içindeki koltukta bir adamın oturduğu ve sandviç yemekte olduğudur. ne sandviç yemesi ne de ayağının altındaki siyah obje sizi beklemesine engeldir. arkanızdaki hoş manzara böylesine bir durumda işinize yarayabilir mi. bunu ancak o bilebilir.

May 2, 2007

juan sen misin?


bugün bizi tekrar ziyarete gelen teskanın kendini bir başka isimle tanıtması her ne kadar benim bayıldığım bir hareket olduysa da tayfunun pek hoşuna gitmedi.tabii ki artık adı kunna olan teska ya hissettirmedi bunu. onun yerine biraz gölün kenarına gelsene benle cümlesine gülümseyerek cevap verdi. gerçekleşen bu durum tayfunun yani bizim bir özetimizdi aslında. hep beraber ömrümüzü kimseye bir şey çaktırmadan geçirmenin yollarını arıyoruz. başarılı olduğumuzu söyleyebilirim öyle olmadığımızı bilerek ve kimse bir şeyden şüphelenmez. kesinlikle başarılı olduğumuzu düşünüyorum.


tayfunun göl gezintisinden, kaptanın aptal mı aptal yolculuğundan dönmesini bekliyorum. kapının çalınmasıyla koşarak kapıyı açıp hızımı alamadan evden çıkıp uzaklara koşmak istiyorum. nefesim bitene kadar, durmadan. belki biri yetişmeye çalışıyordur diyerek arada bir arkama bakmadan. akşamüstüymüş mesela kapı çalındığında hep akşamüstü kalsın. zil çalınca kapıyı açıp koşan bir kadın göreyim daha akşam olmadan. tayfun koşup giden kadının arkasından bakıp "bazen koşmak gibisi yoktur" desin.