April 29, 2007

fide




tayfun kaptanın geri geleceğinden emin gibi bir şey. benim emin olduğum şeylerin toplam sayısı üçü geçmiyor, kaptanla ilgili hiç bir bilgi bu toplama dahil değil. tayfun yeni geliştireceği bir dille kaptana sürpriz yapacakmış benim de dahil olmamı istedi. o geldiğinde aramızda onun anlamadığı bir dille konuşmak yeterince iyi bir ceza olacakmış kaptana. haklı olabilir.
dil uydurmanın benim için amma zor bir iş olduğunu söyledim ona, ya onca zahmete rağmen kaptan gelmezse dedim. gelip yanıma oturdu, merdivenleri silmeyi bırakıp. anlatacağı şeyin önemini tahmin edebilirsiniz böyle durumlarda. meşhur tiradlarından birini çekmek üzereydi, en sevdiğim kısmıydı bu tayfunun.
onu dinleyip dinlemediğimi kontrol eder gibi bana şöyle bir baktıktan sonra önüne bakarak konuşmasına başladı.


"bir dağı ziyerete gitmiştim bir keresinde. her şey bildiğin gibiydi. meyve vardı. su vardı. ama meyveye meyve demeye dilim varmıyordu su zaten başka bir şeydi. ben bir iş yaptığımı zannedip sevdim ikisini. kendime zaten bayılıyordum. her şey alabildiğine tatlıyken dağ sularını içine çekti meyvelerini kuruttu. beklemeyi bir iş sanmanın sonuna geldim ben de. boyuna tekrarlayan soruların sevapları benimdi artık. biliyorsun meyve derken sadece meyveyi kastediyorum, dağ derken sadece dağı. ben derken biz demek istemiyorum asla..."

konuşmasını bitirdiğinde merdivenler pırıp pırıldı, ben bir çörek yiyordum, o bir bardak su içmeliydi. yeni dilimiz üzerindeki ilk çalışmalarımız her an başlayabilirdi artık. artık ben de emindim, kaptan geri dönecekti. hem de zar zor taşıdığı çiçek fideleriyle birlikte, bahçeye dikmek üzere getirdiği.

No comments: